Entelektüel yayıncılıkta yeni bir açılım.

Tarkovski Sinemasının “Şiirsel”liğine Dair

Tarkovski, “Sanatçı, konuşmaya dermanı kalmayanların yerine konuşabilen kişidir.” der. İranlı yazar Bâbek Ahmedî, Tarkovski sineması üzerine yazdığı derinlikli çalışmasında sanatçının bu cümlesini aktardıktan sonra ekler: “Bu söz, hayatı boyunca ülkesinin egemen güçleri tarafından ‘formalist’, ‘elitist’ ve ‘halkın ideallerine sırtını dönmüş’ olmakla suçlanmış bir sinemacıya aittir.” [1]

Andrey Arsenyeviç Tarkovski (1932-1986), 54 yaşında öldüğünde geride sinema tarihinin seyrini değiştirecek filmler bıraktı. Tarkovski sineması, bir yandan birbirinden çok farklı uçlara savrulan görüşlerle yorumlanmaya, bir yandan sanatçılara ilham vermeye devam ediyor. Tarkovski sinemasıyla tanışan herkesin aşina olduğu üzere, yönetmenin sinema dili sıklıkla şiirsellikle nitelenir. Tarkovski’nin “şiirsel sinema” kavramına nasıl yaklaştığına bir göz atalım. Bakalım öyle mi? [2]

Kayıp Umudun İzinde: Andrey Tarkovski Sineması kitabından

Tarkovski sineması bir belgesel niteliğinde öze doğru hareket eder ve şiirsel bir yaklaşımla acı hakikati bir rüya gibi gösterir; elbette gerçeğe sırt sırta bağlı ve yapışık olarak… Hatıralarında, “Benim için gerçekliğin kendisinden daha önemli ve çekici ne olabilir?” diye sormasına rağmen o, hayal dünyasında yürüyen Dostoyevski gibiydi. Hatta bir defasında sadece kendi eserleri için değil genel olarak “şiirsel sinema” kavramını reddetmiştir: “Şiirsel kelimesi sinemaya sembolik bir anlam katar ve bu onun görsel niteliği ile uyuşmaz.” [3]

Kendi düşüncesinin sinemadaki yansıması ise şiirsel bir ifadeden asla uzak kalmamıştır:

“Bir kimseyi sonsuzluk ortamına bırakmak, onu her an kendisine yakınlaşan ve uzaklaşan insan ile yüzleştirmek, bir insanı bütün bir dünya ile ilişkilendirmek… Sinemanın anlamı budur.” [4]

Bu, şiirsel bir yapıya ulaşma gayesinden başka ne olabilir ki?

[…]

Tarkovski’nin idealist sinemasında, belgesel için biriktirilmiş gerçeklerden sadece şiirsellik ve iç hissiyat ile örtüşen, küçük görüntü ve seslerle oluşturulan bir bütünün yaratılması haricinde, başka bir şey söylemek acaba ne kadar doğrudur? Gerçeklik ile hayal, bilinç ile bilinçaltı, uyanıklık ile uyku arasında geçiş köprüsü sağlayacak bir iç hissiyat… Hatta Tarkovski yalın düşüncesinde dahi gerçekler arasında bir düzen yaratmasını, yani şiiri bir tarafa bırakmamıştır:

“Yaratıcının bütün gayesi yalın olmaya ve yalın bir ifadeye ulaşma yönündedir. Bu, hayatın en derin düzeyini yaratmaya geçiştir. Bu etkileşim, sanatın yaratıcılığındaki en zor aşamadır: Söylemeye çalıştığın şey için ve tamamlanmış bir görüntüde nihai yaratmaya ulaşmanın en kısa yolunu bulmak… Yalınlığı elde edebilmek için gösterilen mücadele, ızdıraplı arayış, daha önceden bizde var olan hakikat ile uyumlu şekle ulaşmak içindir.” [5]

[1] Bâbek Ahmedî, Kayıp Umudun İzinde: Andrey Tarkovski Sineması, çev. Faysal Soysal, Veysel Başçı, İstanbul: Küre Yayınları, 2016, s. 11.

[2] Aynen aktarılan bu uzun alıntı, yazarın mezkur çalışmasından alınmıştır: Bâbek Ahmedî, Kayıp Umudun İzinde: Andrey Tarkovski Sineması, s. 31-32.

[3] Andrey Tarkovski’nin Mühürlenmiş Zaman kitabından aktaran Bâbek Ahmedî, Kayıp Umudun İzinde: Andrey Tarkovski Sineması, s. 31.

[4] Mühürlenmiş Zaman kitabından aktaran Bâbek Ahmedî, Kayıp Umudun İzinde, a.y.

[5] Mühürlenmiş Zaman kitabından aktaran Bâbek Ahmedî, Kayıp Umudun İzinde, s. 32.

Kaynak : https://ziftsanat.com/tarkovski-sinemasinin-siirselligine-dair/